Ardahan'da Dinimizde Ilmin Yeri Ve Caminin Değeri

dinimizde ilmin yeri ve caminin değeri

Camiler ve Din Görevlileri Haftası münasebetiyle İlimiz İmam-Hatiplerinden Yavuz Selim ÖZARSLAN tarafından yazılan “DİNİMİZDE İLMİN YERİ VE CAMİNİN DEĞERİ” adlı makale yazısı kıymetli okuyucularımıza sunulmuştur.

 

DİNİMİZDE İLMİN YERİ VE CAMİNİN DEĞERİ

Sözlükte “bilmek” anlamına gelen ilim genellikle “bilgi” ve “bilim” karşılığında kullanılır. Klasik sözlüklerde “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç, bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması” gibi değişik şekillerde tarif edilmiştir. Âlim ve alîm sıfatlarına hem Allah hem de insan için yer verilmekle birlikte Allah için ikincisinin kullanımı daha yaygındır. Aynı şekilde allâm Allah için, allâme ise insanlar için kullanılmaktadır.   İlim Allah’a nispet edilen subuti sıfatlardan da biridir. Cami ise arapça cem kökünden türeyen toplayan bir araya getiren anlamına gelir. Peygamber efendimiz (sav) döneminden günümüze kadar camilerimiz Müslümanların hep birlikte toplanıp hem ibadet ettikleri hem de ilim öğrendikleri mabedler olmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de ilim kökünden türeyen birçok kelimenin geçtiğini görüyoruz ve bu kelimeler yaklaşık 750 yerde zikredilmektedir. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in ilk emrinin de oku olması Allah Tealanın ilime verdiği önemi ortaya koymaktadır.  Kur’ân-ı Kerîm’de ilim sahipleri ya da kendisine ilim verilen kimselerin Allah’ın kelamına inançlarını gösteren ayeti kerimeler vardır.  Peygamber Efendimiz’in (sav) ilime ne kadar önem verdiğini hadisi şeriflerinden görüyoruz. İslamın ilk mektebi diyebileceğimiz Erkam Bin Ebi’l-Erkam’ın (ra) evinde Rasulullah (sav) islamı insanlara tebliğ ederek o evi ilim yuvası haline getirmiştir. Peygamberimiz’in (sav) ilim öğretme çabası bütün hayatı boyunca devam etmiştir.

Bir gün evinden çıkıp mescide giden Hz. Peygamber (s.a.s.), orada halka olmuş iki toplulukla karşılaşmıştı. Bunların birinde Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlardı, diğerinde ise ilim öğreniyor ve öğretiyorlardı. Sevgi ve rahmet dolu bakışlarıyla onlara ilgi gösteren Resûl-i Ekrem: “Her biri hayır üzeredir. Şunlar Kur’an okuyor ve Allah’a dua ediyorlar; Allah dilerse onlara verir, dilerse vermez. Bunlar ise ilim öğreniyor ve ilim öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim.” buyurdu ve onların halkasına katıldı.  Diğer bir rivayette de Resûl-i Ekrem Hz. Âişe’ye: “…Allah beni sıkıntı verip zorlaştırıcı olarak göndermedi. Beni ancak kolaylaştırıcı bir öğretmen olarak gönderdi.”  buyurarak, kendisini eğitici ve öğretici olarak tarif etmişti.

Resûl-i Ekrem (sav), Medine'ye hicret ettiğinde, içinde cemaatle namaz kılabilecekleri, gerektiğinde toplanıp meselelerini konuşabilecekleri, insanlara ilim öğreteceği bir yerden mahrum bulunuyorlardı. Bu mühim vazifeler için merkez teşkil edecek bir mescid gerekiyordu. Bu sebeple bir an önce mescidi nebevinin inşasına başlandı. Daha sonra bu mescidin yanına, eğitim verilmesi, hafız yetiştirilmesi, farklı diyarlardan gelip islamı öğrenmek isteyen Müslümanların ilim öğrendikleri süre içerisinde yatılı kaldıkları bir okul yapılmıştır. Bu okulun adı da Suffe okuludur. Bu okul islami ilimlerin cami merkezli olduğu bir hayatın örneklerindendir.

Mescidde barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan ashâb-ı Suffe, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyordu. İçlerinden bir kısmı sırf bunun için ticaret, zanaat ve tarım gibi işlerden çekilmiştir.

Camilerimiz bulundukları konum itibariyle genellikle şehirlerin merkezinde yapılmışlardır. Peygamber Efendimiz’in (sav) Medine’de başlattığı bu süreci Müslümanların fethettiği şehirlerde de görmekteyiz. Çünkü İslami yaşantı denilince akla ilk gelen mekânlar camilerdir. Bunun amacı ise yediden yetmişe her insanın ibadetlerini yapabilecekleri ve ilim öğrenebilecekleri mekânlara rahatça ulaşabilmeleridir.

İslam medeniyetinde camilerimizin aynı zamanda ilim merkezleri haline getirilmesi daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Şam’ın fethiyle inşa edilen Emevi Camii, Mısır’ın fethiyle inşa edilen Amr Bin el-As Camii, Bağdat’ın fethinden sonra inşa edilen Mansur Camii, Tunus’ta bulunan Kayrevan Ulu Camii, İstanbul’da bulunan Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan Ayasofya ve Fatih Külliyeleri ile Kanuni Sultan Süleyman tarafından kurulmuş olan Süleymaniye Külliyeleri bunun örneklerindendir.      Camilerimizde Kuran-ı Kerim’in yanı sıra dil, tefsir, hadis, akaid, kelam, fıkıh ve bunların yanında matematik, tarih, tıp, astronomi gibi ilimlerin eğitimi de verilmiştir.

İslam tarihine yön vermiş müctehid imamlar hep camilerde ders alarak yetişmiş, talebelerini de yine camide ders halkaları oluşturarak yetiştirmişlerdi.               Ebu Hanife’nin kendi mescidinde, İmam Malik’in Mescidi Nebevi’de ve İmam Şafii’nin Kahire’de Amr Bin As Camii’nde, Ahmed Bin Hambel’in Bağdat camilerinde ve İbn Rüşd’ün de Kurtuba mescitlerinde ders verdiği bilinmektedir. Ayrıca tefsir, hadis, tarih, mantık, matematik, tıp alanlarında oldukça bilgi sahibi olan Taberi, gününün bir kısmını eser yazmaya, bir kısmını mescitte ders vermeye ayırırdı.

Sonuç olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in ilk emrinin oku olması, Peygamber Efendimiz’in (sav) islamın ilk yıllarından itibaren Erkam Bin Ebi’l-Erkam’ın (ra) evinde insanlara verdiği bilgiler ve Medine’ye hicret eder etmez Mescid’i Nebevi’nin inşasına başlamasıyla islamiyetin ilime ve alınan bu ilimin cami merkezli bir hayat içerisinde olmasına ne kadar çok önem verdiğini görmekteyiz. Rabbim başta Peygamber Efendimiz (sav) olmak üzere, ömrünü ilim öğretmeyle geçiren hocalarımıza rahmetiyle muamele eylesin. Hayatta olan hocalarımıza da hayırlı görevler yapmayı nasip eylesin.

 

Yavuz Selim Özarslan

        İmam-Hatip