Van'da Ramazan Ve Oruç

ramazan ve oruç

Ramazan Ve Orucun Psiko Sosyal Temelleri

Bizleri ramazan iklimine kavuşturan Rabbimize nihayetsiz hamd, bir Ramazan ayında risalet vazifesi ile şereflenen sevgili peygamberimize ve ehli beytine salât-ü selam ve geçmişten bugüne bugünden kıyamet sabahına kadar, onun yoluna tabi olan bütün Müslümanlara selam olsun.

Bu yıl genel olarak insanlık ailesi hususiyetle İslam alemi, ramazanı bütün dünyayı çepe Çevre saran salgın hastalık dolayısı ile mahzun Bir şekilde karşılamak durumunda kaldı. Öyle ki bu kez Müslümanlar bir taraftan insanlığın müptela olduğu hastalıktan kendine düşen payı almanın şaşkınlık ve yorgunluğunu yaşarken, bir yandan da ramazanı, cemaate ve Cumaya kapalı camileri, bu sene için iptal edilen haç ve umre ibadeti ve daha nice birbirinden netameli imtihanlarla karşılıyor, dünyadaki bütün din mensupları bu durumu büyük bir endişe ile takip ediyor.

 Bu yazımızda ramazanı iki boyutu ile ele almaya çalışacağız.

a: Psiko sosyal açıdan ramazan Ayının müminlerin gönül ruh ve fikir dünyasına yaptığı katkılar.

b: Bütün dünyanın çok acı bir şekilde tecrübe ettiği salgın hastalık sürecinin başta ramazan olmak üzere diğer tüm ibadetlerimize varsa eğer olumsuz tesirlerinin nasıl bertaraf edebileceği hususu.

Ramazan ayı, başta tutulan orucu, teravihleri, mukabeleleri, filtreleri, Kadir gecesi ve sonundaki bayramı ile mükellef olduğumuz ve İslam’ın temel şartları mesabesinde olan bütün ibadetleri muhtevi, adeta hızlandırılmış bir kurs, başta bir ifade ile bir aylık bir mektep mahiyetinde, kısa ama hakkını verebilen Müslümanı yeni baştan inşa etmeye muktedir bir ay.

Cenabı hak bakara süresinin 183. ayetinde:   يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ  

قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ (Ey iman edenler! Sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, oruç sizlere de farz kılındı ki takvaya eresiniz.) buyurur.  Ayeti kerime bir taraftan oruç ibadetinin ilk insandan bu yana evrensel bir ibadet olduğu vurgusu yaparken, bir taraftan da orucun farz kılınmasında asıl ve nihai maksada dikkatlerimizi çeker. O maksat takvadır.

Takva içinde orucun da olduğu bütün emir ve yasakların temelinde yatan ilahi hikmet ve beklentidir. Kaynaklarımızda her biri takvanın farklı bir boyutuna işaret eden birçok tarif yapılmıştır. Ancak bu tariflerin tamamının ortak paydası; Allah ve Resulün emir ve yasaklarına karşı sorumluluk bilinci ile hareket etmek anlamındadır. Böylece oruç vesilesi ile ortaya çıkan açlık, susuzluk ve cinsel mukarenetten uzak olma hali ve takva arasında eksiklerin ifadesi ile bir tela zum, birbirini tamamlama münasebeti vardır. Bedenin maddi yüklerinden arınması, zihin ve gönül dünyamızın şehevi enfüsi esaretten kurtulması, bizleri kemâlât yolculuğunda takvaya edilecektir. O halde bu ayda açlık ve susuzluğu tecrübe edinmek kimilerinin anladığı gibi bir mahrumiyet değil belki bir muafiyettir. İnsanın aklını, vicdan ve izanını işletmesinin önündeki fiziki engelleri tamamen yok etmek değil ama disipline etmektir. Böylece oruç insan için fıtri bir ihtiyaç olan yeme, içme ve cinsel mukareneti mutedil, kabul edilebilir, dengeli bir çerçeveye insani ve ahlaki bir zemine oturtmayı hedeflemektedir.

Bu durumda ramazan, çıktığımız takva yolculuğunuza bize oruç vasıtası ile açlık ve susuzluğu, teravih namazı ile beş vakit namazı, mukabele vasıtası ile Kur’an ve evrensel değerleri, fitre ile fıtrata, öze dönme İmkanı sunar. Nihayetinde bu takva yolculuğunda fıtrata, özüne dönen mümin, yolun sonunda Kur’an’ın ilgili ayetlerle işaret ettiği takvaya erme noktasına gelir. Artık bu andan itibaren Müslüman hayata ve hayatta olup biten hiçbir şeye midesinden, nefsinden, şehvetinden bakmak derekesinden; Kur’an’ın ve onun diriltici mesajlarının ve onun yüce peygamberinin hayran olunası ve örnek alınası hayatının penceresinden bakma derecesine terfi eder. Bu öyle bir süreçtir ki bilgisayar ve telefonları istila eden virüslerin ilgili aletlerin programlarına, performanslarına olan menfi etkisi gibi, on bir ay boyunca kimi zaman göz kimi zaman el ve ayaklarla kimi zaman da ağız, dil ve kulaklarımızla vücudumuzu istila eden manevi virüslerden arınma sürecidir.

Bir başka açıdan ramazan Müslüman için bir arayıştır. Nitekim sevgili peygamberimiz alehisselamın otuz beş yaşından kırk yaşına kadar aksatmadan gittiği mağaranın adı Hiradır. Hira kelimesi ile Arap dilindeki teherri kelimesi aynı kökten olup arayış anlamına gelir. Bu mağaraya efendimiz Amine’den doğma Abdullah oğlu Muhammed olarak girmiş Allah’ın resulü Hz. Muhammed olarak çıkmıştır. Öyle ise Ramazan da bizim Hiramız olmalıdır. Bu süreçten kasıtlı kasıtsız yüklendiğimiz, selim düşünme, tavır alma ve selim düşünmemizin ününde engel olan bütün manevi virüslerden kurtulmak ve takva elbisesine bürünmüş olarak çıkmak en büyük ve nihai hedefimiz olmalıdır. Ancak şu gerçeği de hiç bir zaman unutmamalı ki peygamberimiz Hiradaki bu değişim ve dünüşümü ramazanın Kadir gecesinde inzal olan Kur’anla buluştuktan aklı, kalbi ve vicdanı Kur’anla yatıştıktan sonra yakalamıştır.

Halk nezdinde Ramazan için on bir ayın sultanı şeklinde şöhret bulmuş olan benzetme aynı zamanda bu ayın müminler üzerinde müspet tesirini ifade etmesi bakımından da çok latif bir benzetmedir. Ziraa sultan, sulta kökünden gelir. Sultan ise bir zaman ve mekanda güç kuvvet ve kudreti elinde bulunduran yetki sahibi kimsenin sıfatıdır. Buna göre ramazan sofrasında o sofranın hakkını Allah’ın istediği peygamberinin gösterdiği bir şekilde verebilen bir kimse elde ettiği bu manevi birikim ile hem bedenen hem manen güç, kuvvet ve kudret sahibi olmuş, bu yetkilere haiz sultan olmuştur. Artık ramazan’da elde ettiği bu sultanlıkla geriye kalan on bir aya bu sulta ile hükmetme imkân ve kabiliyeti elde etmiştir. Böylece Allah’a gerçek manada kul olma, iyi bir Müslüman ve insan olmak için artık önünde hiçbir engel kalmamıştır.

Bu sene Ramazanı cemaatsiz camiler, cumasız cumalar, tavafsız Kâbeler, vakfesiz Arafatlar ile karşılama durumunda kalmamız şüphesiz bütün mü’min gönülleri mahzun etmiş, tarifsiz kederlere sevk etmiştir.

Üstelik yaşanan salgın hastalık sadece biz Müslümanları değil, yeryüzündeki bütün din ve inanç mensupları için büyük endişelere sebep olmuştur.

Lâkin İslam’ın ibadet Telakkisini, ibadetlerin zaman ve mekân ilişkisini dikkate aldığımızda endişelerimiz bir nebze de olsa azarlıyor adeta ümit tazeliyoruz. Ne ki bu endişesizlik hali bir boş vermişlik bir sorumsuzluktan kaynaklanmıyor. Aksine biz Müslümanları böylesi bir ortamda huzur ve Sekinete şevk eden kuran ve sünneti seniyenin ibadet yaklaşımındaki zaman ve mekân tasavvurudur.

Her şeyden önce;

a. Bizler yeryüzünü mescit kabul eden peygamberi düsturun takipçileriyiz. Nitekim Sevgili peygamberimizin bu konudaki buyruk ve tespiti açıktır: ‘Yeryüzü bana (bize) mescid kılındı. ‘

b. Biz hiçbir ibadetimiz de Hıristiyan batı dünyasında ve neredeyse dünyanın yaşayan dini topluluklarının tamamında olduğu gibi bir mekan ile mukayyet olmadığımız gibi ibadetlerin ifa ve icrası için aracı kişi ve kurumlar ile de mukayyet değiliz.

c.  Bizim ibadet telakkimiz sayısı belli sembolik bir alana hapsedilmiş bir anlayışın çok ötesinde, Allah’ın rızasına ve insanların duasını anmaya matur, her söz, tutum, duruş ve davranışı ibadet kapsamında ele almak şeklindedir.

d. Biz Müslümanların böylesi olağan üstü durumlarda ibadetlerimizi nasıl ifa edeceğimizi bütün detayları ile anlatan ve Müslümanlardan başka hiçbir din mensubuna nasip olmayan bir fıkıh mirasımız, bizi istikamette tutacak ve nihayet menzile ulaştıracak çok zengin bir hukuk müdevvenatımız var.

Bu tespitlerden hareketle şu hakikat ortaya çıkmıştır ki hastalık sürecinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan aksaklıklar bize ibadetlerden bütünü ile muaf olma selâhiyeti tanımaz. Madem bugün için irademizi aşan böylesi istisnai bir süreçle karşı karşıyayız, başta iki asli kaynağımız Kuran ve sünnet ile bu kaynakların ete kemiğe büründürülmesinde, hayat ile buluşturulmasında rol alan diğer kaynaklarımızdan aldığımız ilham ve cesaretle şu tavsiyeleri yapmak mümkün;

a. Bu ramazan camiye gidemiyorsak evlerimizin mabede dönüştürebiliriz.

b. Bu ramazan, eş, dost, akrabadan oluşan kimi zaman bir gösteriş ve israfa dönüşen iftar sofralarından mahrum olabiliriz. Ancak hikmetli bir nazarla baktığımızda, bu görece mahrumiyet, aslında bizi İbrahim’in ve Muhammedi sofraya, olması gereken iftar sofralarına taşıyabilir bir.

c.  Bu ramazan, bugüne kadar fıkıh ilminin ortaya koyduğu hesaplamaları dikkate almadan, aklımıza estiği, canımızın istediği şekilde vermeyi alışkanlık haline getirdiğimiz zekâtlarımızı biliyor isek kendimiz, bilmiyor isek ehline hesaplattırıp son kuruşuna kadar verme hassasiyetine ulaştıra bilir.

d. Bu ramazan, her yıl manasına inmeden, mesajına odaklanmadan yaptığımız mukabeleleri, sadece ses ve lafız düzeyinde değil, mana ve maksat düzeyinde okuma fırsatı sunabilir. Böylece Ataullah İskender’inin ifadesiyle: Kur’an, içindeki hakikatler emir ve yasaklar ile amel edilmesi için indirilmiş bir kitap iken, yazık ki Müslümanlar zaman içinde onun Kıraati (sadece yüzünden okuması)’nı amel olarak yeterli gördüler. Tespitinden eğer bir itham ise bu ithamda beraat etme fırsatı sunabilir.

Ramazan’ın bizde, hanemizde ve dünyamızda muradı İlahiyeye ve sünneti seniyyeye mutabık değişim ve dönüşümler gerçekleştirmesi ve bizi yeni baştan inşa etmesi niyazı ile…

                                                                              

   Abdulselam ÖZDERE/Muradiye İlçe Müftüsü