Bilecik'de Kişi Sevdiğiyle Beraberdir

kişi sevdiğiyle beraberdir


Bilecik'de Kişi Sevdiğiyle Beraberdir

İslâm ordusu Bedir Savaşı’ndan büyük bir zaferle çıkmıştı. Hz. Ebû Bekir, müşrik esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılmasından yanaydı. Bu teklif Resûlullah’a da uygun gelmişti. Kararı duyan Mekkeliler esirlerini kurtarmak için fidye göndermeye başlamışlardı bile. Gönderilen fidyelerin arasındaki bir gerdanlık Resûlullah’ın dikkatini çekti. Evet, bu hiç şüphesiz eşi Hz. Hatice’nin gerdanlığıydı. Sevgili kızı Zeyneb idi bu gerdanlığı gönderen. Hz. Muhammed’e (sav) peygamberlik verilmeden önce Zeyneb, teyzesi Hâle bnt. Huveylid’in oğlu Ebu’l-Âs b. Rebî’ ile evlenmişti. Düğün günü Hz. Hatice, boynundaki gerdanlığı çıkarıp kızına hediye etmişti.( Ebû Dâvûd, Cihad, 121.) Zeyneb ile Ebu’l-Âs arasında olağanüstü bir sevgi vardı. Ne var ki Resûlullah’a peygamberlik verildikten sonra, Zeyneb ilk inananlar arasında yerini alırken Ebu’l-Âs hâlâ Müslüman olmamıştı. Üstelik Bedir Savaşı’nda Peygamber’in karşısında, müşrik saflarında savaşmış, neticede Müslümanlara esir düşmüştü. Gerdanlığın fidye olarak gönderilmesi, Zeyneb’in Ebu"l-Âs’a duyduğu sevginin bir işaretiydi. Ebu’l-Âs da Zeyneb’e duyduğu sevgiden hiçbir şey kaybetmemişti. Mekke müşriklerinin onca baskısına rağmen Zeyneb’i boşamamış, vefakâr bir eş olduğunu göstermişti. Zeyneb de diğer Müslümanlarla beraber hicret edememiş, Mekke’de eşinin yanında kalmıştı.

   Allah Resûlü hem Ebu’l-Âs’ın iyi bir damat olduğunun hem de Zeyneb’in ona olan sevgisinin farkındaydı. Müslümanlara dönerek bir teklifte bulundu: “Eğer uygun görürseniz kızım Zeyneb’in esirini serbest bırakın, şu gönderdiği gerdanlığı da ona geri verin.” Müslümanlar elbette Allah Resûlü’nün talebini geri çevirmeyeceklerdi. Ebu’l-Âs derhâl serbest bırakıldı. Ancak Resûlullah henüz hicret etmemiş kızının artık Medine’ye gelmesini istiyordu. Öte yandan eşi müşrik olduğu sürece evli kalmaları da mümkün değildi. Ebu’l-Âs’a bu talebini iletti. Ebu’l-Âs Resûlullah’a karşı gelmedi, Zeyneb’i göndereceğini söyledi.(  Ebû Dâvûd, Cihâd, 121)

    Birbirini seven iki insan, aynı dinde birleşemeyince yollarını ayırmak zorunda kaldılar. Zeyneb, kızı Ümâme ile birlikte Medine’de, Resûlullah’ın yanında yaşamaya başladı. Her ne kadar Ebu’l-Âs"ı sevse de Allah"ın ve Resûlü"nün sevgisi her sevginin üstündeydi. Zeynep, Allah'a olan sevgisini sadece diliyle değil, O'nun ermine uyarak gösterdi. Çünkü Allah şöyle emretmişti: " İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin."(Bakara 221)  Allah’ın sevgilisi olmaktan daha değerli ne vardı?

   Zeyneb her ne kadar ayrılığı seçmiş olsa da aradan birkaç sene geçti ve Ebu’l-Âs bu ayrılığı bitirmeye karar verdi. Ebu’l-Âs, Mekkelilere olan tüm borçlarını kapattıktan sonra herkesin önünde kelime-i şehâdet getirerek Müslüman oldu ve Medine’ye hicret etti. Artık Zeyneb ile Ebu’l-Âs"ı ayıracak hiçbir engel kalmamıştı.( İbn Hacer, İsâbe, VII, 665.) Zeyneb, Allah ve Resûlü’nün rızası için ayrıldığı eşine, yine Allah ve Resûlü’nün rızasıyla kavuşmuş oldu.( Tirmizî, Nikâh, 43) Allah'a olan sevgi ve teslimiyeti, Ebu'l-Âs'ında müslüman olmasına vesile oldu. Böylece o, gerçek bir müminin kalbinde, Allah sevgisinin üstünde hiçbir sevgiye yer olamayacağını gösterdi.

    Bugün kainatın varlığı, canlı cansız bütün insanların yaratılmış olması bir sevginin ürünüdür. Kullarına karşı çok merhametli olması bunun delilidir. Öyle merhametli ki, bütün azaların ile günah işlemiş olsan bile, sadece dilinle yaptığın bir tövbe ile seni bağışlıyor. Kullarını sevmek, Allah’ın büyük bir ihsanıdır. Allah’ın kullarına duyduğu sevgi ve şefkat, annenin yavrularına duyduğundan çok daha fazladır. Resûlullah, kayıp çocuğunu telaşla arayan, bu arada, yavrusuna duyduğu özlemle bulduğu her bir çocuğu bağrına basıp emzirmeye çalışan bir anneyi ashâbına göstererek, “Bu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir misiniz? (İşte) Allah"ın kullarına merhameti bu annenin yavrusuna duyduğundan çok daha fazladır.” Buyurmuştur. (  Müslim, Tevbe, 22)

    Cenâb-ı Hakk’ın varlıklara duyduğu bu sonsuz sevgi ve şefkatin bilincinde olan bir Müslüman’ın yüreğinde en çok yer verdiği sevgi Allah sevgisidir. Bu sevginin üstünde hiçbir sevgiye yer vermez. Diğer bütün sevgiler, Allah’ı sevmenin, O’na boyun eğmenin bir gereğidir. İnsanın Yaratanı’na duyduğu bu içten sevgi ve bağlılık, yalnız O’na imanı gerektirir ve iman O’na olan eşsiz muhabbeti ifade eder. İmanlı olmak, insanın gönlünde büyüttüğü bütün sahte sevgileri yıkarak yalnız Allah’a teslim olmasıdır. Zira iman eden kimseler her şeyden çok O’nu severler.

     Kalplere sevgiyi yerleştirecek olan şey davranışlardır. Dolayısıyla sevginin teşvik edilmesinde temel gaye aslında kâmil imanı elde edebilmektir. Zira insan, sevgi sayesinde olgun bir imana sahip olur, imanın lezzetini alır. Resûlullah, insanın hakiki sevgilere gönlünde yer vererek imanın tadına varabileceğini şu şekilde ifade eder: “Şu üç özellik kimde bulunursa o kişi imanın tadına erer: Allah ve Resûlü"nü herkesten çok sevmek, sevdiği kişiyi sadece Allah için sevmek, imandan sonra küfre dönmekten, ateşe atılmaktan çekindiği gibi çekinmek. (Buhârî, Îmân, 9)

        Müminlere canlarından daha yakın olan Allah Resûlü’nün muhabbeti, onunla hemhâl olan ashâbını kuşatmıştır. Sahâbenin peygambere hitaben, “Anam babam sana feda olsun!” deyişlerinden daha güzel bir sevgi ifadesi olabilir mi? Onların peygamber sevgisi, hayatlarının gayesiydi. Bu sevginin büyüklüğü, âmâ bir sahâbînin dudaklarından dökülen şu sözlerle ifade edilmişti: “Ben, Peygamber’e bakmak, onu görmek için gözlerimi istiyordum, fakat şimdi Peygamber vefat etti. Allah’a yemin ederim ki eğer (Yemen’deki) Tübâle beldesinin ceylanlarından bir ceylanın gözü dahi bende olsa, artık buna sevinmem.” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 188.)

      Sevgi, kişide şefkat ve merhamet duygularını güçlendirir. Kişi, sevdiğinin sıkıntıya uğramasına dayanamaz hatta onu kendi canından çok sever hâle gelir. Ashâbı kendisini her şeyden çok seven Rahmet Peygamberi de engin merhametiyle bütün ümmetine kucak açmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber’in ümmetine olan sevgisi şöyle anlatılır: “Andolsun size öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128.) 

      Sevgi nimetini kullarının fıtratına yerleştirmiş olan Cenâb-ı Hak, elçileri vasıtasıyla sevgiye dair mesajları bütün zaman ve mekânlara ulaştırmıştır. Asr-ı saadet, sevginin insanı nasıl değiştirebileceğinin müthiş örneklerine sahne olmuştur. Birbirlerini hiç acımadan öldüren, birbirlerine zulmeden, birbirleriyle düşman olan topluluklar, nesep kardeşliğini geride bırakan ulvî bir kardeşlik bağına sahip olmuşlardır. Allah Teâlâ, bu durumu şöyle bildirir: “Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O"nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz.” (Al-İ İmran,3/103)  Ensar ve muhacir, aralarındaki bu muhabbetten dolayı (din) kardeşlerini kendilerine tercih edecek seviyeye gelmişlerdir.

     Sevgiyi değerli ve anlamlı hâle getiren, dünyevî çıkar ya da gaye gütmeksizin yaşanması, Allah’ın vereceği karşılık dışında hiçbir karşılık aranmamasıdır. Resûlullah’ın anlattığı bir kıssada, sırf Allah için kardeşini ziyarete giden bir kişinin karşısına çıkan melek ona şu müjdeyi vermiştir: “Sen Allah’ı hoşnut etmek için o adamı sevdiğinden dolayı, Allah da seni seviyor.” (Müslim, Birr, 38.)

    Allah tarafından sevilmenin bir işareti de, dünyada insanlar tarafından sevilmektir. Buna dair Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah bir kulu sevdiği zaman Cebrail’e, "Allah falan kulu seviyor, sen de onu sev!" diye seslenir. Cebrail de o kulu sever. Sonra Cebrail gök halkı içinde, "Allah falanı seviyor, onu sizler de sevin!" diye nida eder. Bunun üzerine o kulu gök ehli de sever. Sonra yeryüzündeki insanların gönlüne o kimsenin sevgisi yerleştirilir.” (Buhârî, Edeb, 41.)  Böylece hem gökte melekler hem de yeryüzünde insanlar tarafından sevilme bahtiyarlığına erişir. Ve kıyamet gününde Allah Teâlâ şöyle nida eder: “Nerede benim rızam için birbirlerini sevenler! Gölgem dışında hiçbir gölgenin olmadığı böyle bir günde onları kendi gölgemde gölgelendireceğim. (Benim himayemden başka hiçbir himayenin olmadığı böyle bir günde onları, özel himayeme alacağım)" (İbn Hanbel, II, 338).

    İnsanların birbirlerini sevmelerini imanın bir gereği olarak gören Allah’ın Elçisi, sevgiyi devamlı kılmanın ve yüce bir değer hâline getirmenin yolunu da göstermiştir. O da şu veciz hadisinde ifadesini bulmuştur: “Hiçbiriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş sayılmaz.”(Buhârî, Îmân, 7). Bu davranış olgunluğu, kâmil bir imanın göstergesi olduğu gibi kalıcı ve değerli sevgi ilişkileri sürdürmede de önemli bir rol oynar. Her birey tüm sevdiklerine bu olgunlukla davrandığı sürece uzun süreli, huzurlu ve sevgi dolu ilişkiler yaşamak hiç de zor olmayacaktır. Çünkü sevginin başlıca düşmanı bencilliktir. Oysa sevgi, paylaşmayı, el ele vermeyi ve sevdiğini kendine tercih etmeyi gerektirir. Peygamberimiz "Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa, ona sevdiğini bildirsin."( Ebû Dâvud, 5124.hadis) buyurarak, tam da bu noktaya dikkat çekmektedir. Çünkü peygamberimiz söylesin demiyor, bildirsin diyor. Bildirmek ise sözle değil, fiille olur. Kişinin sevdiği kişinin derdi ile dertlenmesi, zor durumda kaldığı zaman elinden geldiğince yardımında bulunması, hasta olunca ziyaretine gitmesi, yanlış bir iş yaptığında ona nasihatta bulunması vs. hepsi sevdiğini bildirme anlamındadır.

    Hayatımızda bunun gibi sevgi hamlelerimiz olsun. Hamle deyince aklımıza hep devasa projeler gelmesin. Düşmüş birine el uzatmak, mazlumlar için candan dua etmek, kusurları örtmek, kardeşlik ve sevgi göstermek, güzel söz söylemek, nezaketi elden bırakmamak hatta camın önüne bir parça ekmek koymak… İşte bunların hepsi insanlığı kurtaran sevgi hamleleridir.

 

 KAYNAK: HADİSLERLE İSLAM 

Hazırlayan : İbrahim ATMACA İL VAİZ