ZİRVEDE KALMAK ZORDUR ama İMKANSIZ DEĞİL


Zirvede kalmak zirveye çıkmaktan daha meşakkatli bir çaba gerektirir. Zirveye çıkmış ama orada tutunamamış nice insan var şu insanlık tarihinde. Bunları görmek, bulmak için öyle olağanüstü bir gayrete de gerek yok, azıcık hafızaya müracaat yeterli. Bu yazımda İslami camianın kısa politik tarihine yer verdikten sonra bu Hareketin zirvede kalma mücadelesi ve bundan sonra kendisini bekleyen tehlikeleri, olması gerekenleri yazmaya gayret edeceğim. Giriştiğim işin kısa bir yazıya malzeme olamayacak kadar derin ve ulvi olduğunu elbette biliyorum lakin bir şeyler yazan insanlar için bu alanda yazmanın da büyük bir şeref ve haz olduğunu da belirtmek isterim. Düşünün bu derin ve ulvi mesele üzerinde kalem oynatıyor ve tarihe iz bırakma gayretine girişiyorsunuz, iz kalmaz evet ama kısa süreli de olsa bir etki ki siz şu anda bunu okumanız bile bir etkidir, bu bile biz yazarlar için çok kıymetlidir. Umarım küçücük de olsa bir katkı sunabilirim.

            Bu girizgahtan sonra Milli Savunma Bakanımız Hulusi AKAR Bey’in “Osmanlı yıkılan bir devlet değil durdurulan bir Medeniyettir” teziyle başlayayım müsaadenizle. Evet Osmanlı Medeniyeti durduruldu, evlatlarının çoğu şehit edildi toprakları tarumar edildi. 23 milyon kilometre kare vatan toprağından 790 bin metrekare bir parçacık kaldı yani 1/26  25 Türkiye kadar toprak elimizden alındı. Bu kadarla kalsa yine ayağa kalkar tıpkı Paşamızın Girit elden çıktığında “onlar bizim sakalımızı traş etti evet ama bu sakalımızın daha gür çıkmasına vesile olacak” dediği gibi derdik. Giden sadece vatan toprağı değil “bizi biz yapan” bütün “değer”lerdi. Neler yapılmadı ki, hangi melun teklifler konuşulmadı ki “Batıdan damızlık” erkek getirmeye kalkışan namussuz, şerefsiz alçakları dahi gördü bu millet. Yapılan değişimler o kadar hızlıydı ki belki de dünya tarihinde bu kadar hızlı bir sosyolojik başkalaşım görülmemiş, duyulmamıştır. Bu sebeple fazla değil 100 yıllık geri dönüş bütün bu fecaati göstermeye kafidir. Halbuki bu millet nice sıkıntılarla bir Milli Mücadele vermiş neticesinde ise rahata kavuşmak yerine bu sefer içten bir mücadeleyle Moskof’un, Fransız ve İtalyan’ın yapamayacağı çapta bir tahribatla “ruh kökleri” kezzaplanmak suretiyle tarihi, medeniyeti ve dini elinden alınarak palyaço çevrilmiştir. Hicazın bekçiliğini yapan bu Aziz millet uzun yıllar Hac ve Umreye gitmesine müsaade edilmemiş; ezanı, selamı, kelamı değiştirilerek ruhen bir cesede çevrilmiş. Aziz Kitabını okuması öğrenmesi yasaklanmış; öğrenen ve öğretenler çeşitli ızdıraplara maruz bırakılmıştır. Cenazelerini dini usullere göre yapacak birilerini bulmak o kadar güç hale gelmiş ki cenazeleri bu sebeple bir süre bekletmek zorunda kalmışlar. Anlatacak çok şey var da zaten malum olduğu için daha fazla yaranın kabuğunu karıştırmaya acıları depreştirmeye gerek yok.

            İşte böyle bir zaman ve zeminde ahırlarda kuran öğrenen ve öğretenlerin duaları kabul görmüş Cenab-ı Allah cc bu millete “YETER SÖZ MİLLETİN” diyecek bir Millet adamını lütfetmiştir. Allah ebeden kendinden razı olsun. Bu naif insanı hunharca katleden Egemenler, milletin azıcık nefes almasına tahammül edemediler. Fakat yapılan dualar vardı ve Allah bu millete “SAVUNAN ADAM” ı hediye etmişti. Her seferinde önü kesilen, kendisine özel hukuk uygulanan bu Adam, zirvenin yollarını bin bir türlü çile ve zahmetle döşemiş “UZUN ADAM” a zemin hazırlamıştı. Nihayet beklenen zaman gelmiş uzunca süre “ALLAH” diyemeyen  bu “UZUN ADAM”, 4-6 yaş Kur’an Kursu, İHL nin önündeki engellerin kaldırılması, Başörtüsü serbestisi, Kur’an ve Siyer-i Nebi derslerinin bütün okullarda seçmeli ders olması, Müftü Nikahı gibi Devrimlerle çoraklaşan ruhları rahatlatmış bu Aziz Milletin kabul edilmiş duası olmuştu. “İsrail bir terör devletidir”, “ONE MİNUTE”, “Dünya 5’ten büyüktür” diyerek Küresel Egemenlere kafa tutan “UZUN ADAM”, zirvede kalma mücadelesi vermektedir.

            Partisinin içine yuvalanan menfaat şebekeleri, kısa sürede partisini rehin almış “MİLLET” ile “UZUN ADAM” arasına girmeyi başarmışlardı maalesef. Ekonomik krizi, patates soğan yoksunluğunu, yüksek faiz, enflasyon, işsizlik, süresiz nafaka zulmü, Boşanma oranlarındaki korkunç artış, “kadının beyanı esastır” cinneti, Halk için ama halka rağmenci menfaat çeteleri bu KUTLU HAREKETİ tökezletmiş, zirvedeki ayağını kaydırmaya ve zirveden al-aşağı etmeye başlamıştır. İlk emarelerini bu seçimde gördüğümüz bu sarsıntı inançlı yürekleri hırpalamış ve büyük bir şaşkınlığa-üzüntüye sevk etmiştir.

            Oluşan kasvetli havanın dağılmasının ardından “muhasebe” dönemi başlamış, ilgili ilgisiz kesimlerce “reçeteler” sunulma safhasına girilmiştir. Elbette hepsinin bir “kıymeti” vardır sonuç da “değer” vermiş zihni bir çaba ürünü olan bu “reçeteler” dikkate alınmalıdır-alınacaktır. Zirvede kalmanın zorluğunun başlamış olması bir “panik” havası oluşturup “hatalar” zincirine sebep olmamalı, gayet soğukkanlılıkla süreç takip edilmeli gerekli “muhasebe” yapılıp “mental yorgunluk” giderilip önümüze bakılmalıdır. Bu süreçte ülkemizin ilmi-dini otoritelerinden Hayrettin KARAMAN hocamızın yakın zamanda dile getirdiği gibi her ilde görünmeyen-bilinmeyen “Akil” insanlar belirlenip bunların oluşturduğu raporlara sadık kalınarak “Milletle” olan bağ tadil edilmeli. Derhal “menfaat “şebekeleri”nin ipi çekilerek bu Hareketten uzaklaştırlmaları hayati öneme sahip adımlardır. Bu süreçte “sözü” olanlar dinlenilmeli “süreç” fazla uzatılmadan “tadil” tamamlanmalı Harekete dinamizm katacak “faaliyetlerle” motivasyon sağlanarak “YÜRÜYÜŞ” inkıtaya uğratılmadan devam ettirilmelidir.

            Selam ve Dua ile…