DİN DÜNYA AHİRET SAADETİ


Muhterem Okuyucu, bugün sizlere DİN ne demek, Dinin anlamı ve İnsan yaşamındaki etkileri üzerine durmak istiyorum. Her şeyin manasını yitirmeye başladığı bir zamanda insanın evrende olma ve bu oluş hakkındaki en esaslı soruya bir cevap verebilme gayreti bizimkisi. Bu dünyada oluşumuzun mutlak bir anlamı olmalı, yoksa bu düğün niye bu hüzün niye; bu doğum niye bu ölüm niye, öyle değil mi? Eğer bunların bir manası yoksa bu kadar kaotik, bu kadar kirlenmiş bir yerde ne işimiz olabilir ki? İnsan üzerine çalışan uzmanların üzerinde ittifak ettikleri bir husus var ki o da insanın davranışlarının gelişi güzel yani rastlantısal değil bir amaç ve gayelilik üzerine olması ve buna da etki eden amillerin bulunması. Elbette bu amillerin en başında insanın inanç birikimi gelmekte, insan inancını yaşamakta, yaşamına yansıtmakta. İnsanın davranışlarının genelinde mutlaka inanç var. Kısaca insana, yapıp ettiklerinin mutlak surette dünya ve ahiret fayda veya zararları anlamına geldiğini ve bundan dolayı davranışlarının bir değerlendirmeye tabi olduğunu belirten ilahi kurallar manzumesine din diyoruz.

 Din demişken bir zat var burada hikayesine değinmek istediğimiz. Bu güzel insan, Peygamberimiz Hz. Muhammed sav in kadim dostlarından birisi cennetle müjdelenen sahâbî Saîd b. Zeyd"in babası, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl"den başkası değil. Hz. Peygamber"in, kendisi hakkında “O, âhirette tek bir ümmet olarak diriltilecektir.” övgüde bulunduğu güzide insan Zeyd b. Amr…

Zeyd, daha İslam güneşi doğmadan evvel putperestliği reddetmiş, tevhid inancının o dönem çok az takipçilerinden biri olmuştu. Hz. Peygamber sav Hanif inancına sahip bu kimseleri oldukça fazla sever, onlarla tanışıp ünsiyet kurmaya gayret ederdi. Zaten dostlukları da bu şekilde başlamıştı bu güzide insanla. Rahmet Elçisi (sav) henüz kendisine nübüvvet vazifesi verilmeden önce, onunla Mekke yolu üzerindeki Beldah vadisinde buluşmuştu. Bir süre sonra Kureyşliler tarafından “kendilerine et yemeği takdim edildi. Hz. Peygamber yemeği yemekten kaçındı. O da yemeği reddetti ve “Ben sizin putlarınız adına kesmekte olduğunuz hayvanların etlerinden yemem. Ben sadece üzerine Allah"ın adı anılarak kesilen hayvanın etini yerim!..”  dedi. Zeyd’in tevhid düşüncesine ulaşması meşakkatli bir çabanın sonucunda gerçekleşmiştir. O’nun hakikati arayışı dillere destan bir öyküdür aslında. Efendimiz sav O’ndan bahsederken tıpkı İbrahim as ın Kur’andaki övgüsüyle bahseder. “Zeyd ahirette tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir.” İşte bu müjdenin sahibi Mekke"deki şirk ortamından bunalan Zeyd, hak dini bulmak amacıyla Şam"a doğru yola çıkar. Yahudi bir bilginle karşılaşır ve “Belki sizin dininize girerim.” diyerek ona dinlerinin mahiyetini sorar. Yahudi âlim, Zeyd"e, “Sen, Allah"ın gazabından nasibini almadıkça dinimize giremezsin.” der. Zeyd de, “Ben zaten Allah"ın gazabından kaçıyorum. Yapabilsem asla Allah"ın gazabını yüklenmem.” karşılığını verir ve ondan, kendisine başka bir din göstermesini ister. Yahudi âlim, “Benim bildiğim bir "Hanîf dini" var.” deyince Zeyd, “Hanîf dini nedir?” diye sorar. Yahudi: “O, İbrâhim"in dinidir. İbrâhim ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyan"dı. O, Allah"tan başkasına ibadet etmezdi.” cevabını verir. Zeyd onun yanından ayrılır. Arayışına devam ederken Hıristiyan bir bilginle karşılaşır. Aynı şeyleri ona da sorar. O da, “Sen Allah"ın lânetinden nasibini almadıkça asla bizim dinimize giremezsin!” der. Zeyd de ona, “Ben zaten Allah"ın lânetinden kaçmaktayım ve yapabilsem asla Allah"ın lânetini ve gazabını yüklenmem.” cevabını verir ve aynı şekilde ondan da kendisine başka bir din göstermesini ister. Hıristiyan âlimi de böyle bir dinin Hanîf dini olabileceğini söyleyince, Zeyd ona “Hanîf dini nedir?” diye sorar. Hıristiyan bilgin “İbrâhim"in dinidir. O ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyan"dı ve o sadece Allah"a ibadet ederdi.” karşılığını verir. Zeyd, onların İbrâhim Peygamber hakkındaki sözlerini duyunca, oradan çıkar ve iki elini kaldırarak şöyle dua eder: “Allah"ım! Ben seni şahit tutuyorum. Ben İbrâhim"in dini üzereyim!” (Hadislerle İslam, Din Maddesi, DİB Yayınları)

Hanîflik, Allah"ın birliğine dayanan ve bütün elçileri ile gönderdiği İslâm dinini ifade eden temel bir kavramdır. Din ise, “akıl sahiplerini kendi istekleri ile iyilikleri yapmaya sevk eden ilâhî bir nizam” olarak tanımlanır ve dinin özünü, fıtrîlik (tabiîlik) yani insanın eğilim ve istidatlarına uygun olmak teşkil eder. Aslında Allah tüm kullarını bu hanîf tabiat üzerine yaratmıştır. “Her doğan fıtrat üzere doğar.”  hadisindeki “fıtrat”, bazı âlimlere göre hanîfliktir. Nitekim Basra"ya yerleşen sahâbîlerden Resûlullah"ın kadim dostu İyâz b. Hımâr"ın aktardığı bir rivayete göre, Allah Resûlü (sav) bir konuşmasında ashâbına şunları söylemiştir: “Rabbim, bana öğrettiklerinden sizin bilmediklerinizi bugün size öğretmemi emretti. (O [cc] şöyle buyurdu): Bir kula verdiğim her mal helâldir. Ben kullarımın hepsini hanîf olarak yarattım…”  Nitekim “(Habibim) sen yüzünü bir hanîf olarak (dini sadece Allah"a has kılarak) dine, Allah"ın o fıtratına çevir ki, O, insanları bunun üzerine yaratmıştır...”  âyeti, din ile fıtrat arasındaki sıkı ilişkiyi göstermektedir. Tâbiûnun büyük âlimlerinden Mücâhid"in, “Fıtrattan kasıt dindir.” sözü, onun da âyeti böyle anladığını göstermektedir. (Hadislerle İslam, Din Maddesi, DİB Yaynları)

Din demişken bu hakikat arayışı hikayesinde O’nun adını zikretmemek eksiklik olur diyeceğimiz bir isim var. Selam-ı Farisi, Efendimiz sav in ailemden biridir diyerek şereflendirdiği bir başka güzide insan. Gelin bu güzide insanın Din arayışına hep birlikte ortak olalım.

Selman-ı Farisî, İranlılardan ilk Müslümandı. Hak dine girmek, ahir zaman nebîsini görmek için her türlü çileye razı oldu. Köle olarak satıldı. Fakat sonunda, Habib-i Ekrem (s.a.) Efendimizin: "Selman bizdendir. Ehl-i Beyt'ten'dir." iltifatına mazhar olarak onun ailesine katıldı. Onun İslam'a kavuşma yolundaki sabır, azim ve aşkını Resül-i Ekrem (s.a.) şöyle ilan etti. Bir gün onun omuzuna elini koydu ve: "Şunlardan öyle erler vardır ki, iman Süreyya yıldızında olsa muhakkak ona yetişir." buyurdu.

O, islam'la şereflenince Selman adını aldı, eski adı Mabih idi. Babası, Büd veya Budehşan adında bir mecüsî olup köyün beyi, ağasıydı. Çocuğunu da mecüsilikte yetiştirmişti. O, mecüsilik ateşinin bir an dahi sönmesini istemezdi. Çocuğu evden dışarı çıkarmazdı. Ama kaderin karşısında durulamazdı. Allah Teala onu son peygambere kavuşturacak ve İslam'la şereflendirecekti. Onun İslam'a girişi tam bir destansı arayıştı. Şöyle ki:

Bir gün babası onu çiftliğe gönderdi. Giderken yolda bir kilise gördü. Merakla içine girdi ve yapılan ibadeti seyretti. Bu dini mecüsîlikten üstün buldu ve Hristiyanlığın aslını öğrenmek için baba evinden kaçarak Şam'a gitti. Oradan Musul, Nusaybin ve Ammüriye kiliselerine geçti. Hizmetlerinde bulunduğu rahiplerin tavsiyeleri üzere diyar diyar dolaştı. En son rahip ona şu tavsiyelerde bulundu: "Oğlum, dünyada artık bizim mesleğimiz üzere kimse kalmadı. Fakat İbrahim dini üzere son peygamberin gelmesi pek yakındır. O, Arap toprağında zuhur edecek. İki taşlık arasında hurmalık bir yere hicret edecek. O peygamberin bazı alametleri vardır. Hediyeden yer, sadakadan yemez, iki kürek kemiği arasında peygamberlik mührü vardır. Çaresini bulur oraya gidebilirsen git." dedi.

Ammuriye'de Anadolu'daki Sivrihisar'da kendisine birkaç koyun ve sığır alarak mal edinen Selman, Arabistan'a gitmeye karar verdi. Bir müddet sonra Beni Kelb kabilesinden ticaret için gelenler olduğunu duydu. Onlarla buluştu ve: "Size şu sığır ve koyunları vereyim de beni Arap diyarına götürün", dedi. Onlar da kabul etti. Kervanla birlikte yola çıktı. Kervan Medine'ye yakın Vadi'l-Kura'ya gelince tacirler ona ihanet edip bir Yahudiye köle olarak sattılar. O Yahudi de Selman'ı Medine'den gelen amcazadesine sattı. Artık o, köle olarak Yahudinin bahçesinde çalışıyordu. Hurmaları suluyor, bakımını yapıyor ve topluyordu. Fakat kulağı daima sesteydi. Ahir zaman Nebisinden bir haber bekliyordu. Çünkü Ammuriye'deki rahibin tarif ettiği, iki taşlık arası hurmalık yer burasıydı. Peygamber Yesrib'e gelecekti. Bunun işaretini önceden almıştı.

Günün birinde Selman hurma toplarken ağacın altında oturan sahibine birisi geldi. Yüksek sesle: "Allah kahretsin!.. Peygamber dedikleri kimse Kuba'ya gelmiş. Evs ve Hazrec kabilesi de başına toplanmışlar" diyerek anlattı. Bunu duyan Selman titreyerek ağaçtan indi ve: "Ne dedin? Ne dedin?" dedi. Sahibi: "Bundan sana ne? Haydi sen işine bak!"

Selman o günü zor geçirdi. Akşamı adeta iple çekti. Hava kararınca biriktirdiği hurmaları alıp Kuba'ya gitti. Mekke'den gelen zatı araştıracak. Söylenen alametleri onda bulacak mıydı? Rahibin ona söylediği Peygamberlik ölçülerini onda görebilecek miydi? Kimseye bir şey diyemiyordu. Ama gönlü mutmain olmak istiyordu. Bunun için biriktirdiği hurmaları yanına alıp gelmişti. Allah Resulünün huzuruna vardı ve: "İşittim ki, salih bir zatsın. Yanında fakir kimseler varmış. Şunları sadaka olarak size getirdim." diyerek ona sundu. Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz onları aldı ve yanındaki arkadaşlarına ikram etti. Kendisi yemedi. Selman kendi kendine: "Bu bir" dedi. Başka bir zaman tekrar yanına geldi ve getirdiği hurmaları; "Bu size hediyedir." diyerek verdi. Bu defa ashabıyla birlikte yediler. Selman: "Bu iki"dedi. Sevgili Peygamberimiz Medine'ye gelmişlerdi. Bakîu'l-Garkad'da onunla tekrar görüşen Selman üçüncü alameti görebilmek için fırsat kolluyordu. Bir ara Resül-i Ekrem (s.a.) Efendimizin arka taraflarına geçti. Efendimiz (s.a.) onun bir alamet aradığını sezdi. Ridasını hafif açarak iki kürek kemiği arasındaki mührü gösteriverdi. Nübüvvet mührünü gören Selman üzerine kapandı ve onu doyasıya öptü. Kendini tutamadı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Efendimiz ona: "bu tarafa dön!" buyurdular. Selman İki Cihan Güneşi Efendimizin karşılarına geçti ve kelime-i şehadet getirerek İslam'la şereflendi.