Tunceli’de Müftülerin Kaleminden

Tunceli'de Müftülerin Kaleminden

müftülerin kaleminden

06 Temmuz 2021 - 00:45

DİN YAŞAYANDAN ÖĞRENİLİR

Abdüsselam Porsnok

Nazımiye İlçe Müftüsü

 

O gün zalim kimse ellerini ısıracak: ‘Eyvah!’ diyecek, ‘keşke Peygamberle birlikte aynı yolu tutsaydım!”

Okuduğumuz bu ayet, kıyamet günü gerçekleşecek hüsran tablolarından biridir. Dünyada haddini aşıp Peygamberini değil de başkalarını örnek alan kişi pişmanlık içinde o gün ellerini ısırarak diyecek ki:

Eyvah! Eyvah! Yazıklar olsun bana! Keşke peygamberi örnek alsaydım, onun yolundan gitseydim, onunla birlikte olsaydım. Keşke bugün beni onun safında yapacak işler yapsaydım. Keşke peygamberi tanıyıp onun gibi bir hayat yaşasaydım! Eyvah! Keşke falanları filânları değil de direk peygamberi tanısaydım ve onun gibi olmaya çalışsaydım…

Sünnet, Hz. Peygamberin ortaya koyduğu İslami hayat modelidir. Sünnet, Kur’an’dan sonraki en önemli kaynaktır. Sünnet, Kur’an’ı bize açıklayan Hz. Muhammed’in (s) söz, fiil ve uygulamalarıdır. Allah peygamberi Hz. Muhammed’e (s) kitap yani Kur’an’la birlikte hikmeti vermiştir. Alimlerin çoğu bu hikmetin sünnet olduğunu söylemişlerdir.

Kur’an, ‘ben Müslümanım’ diyen her insana Peygambere itaati, ona tabi olup örnek almayı emretmiştir. Kelime-i tevhid, sadece “Lailahe illallah” değildir. Yanında “Muhammed’un Rasulullah” vardır. Bu kelime “Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin” ayetinin karşılığıdır. Allah’ın sevgisini ve bağışlamasını isteyen kişinin başvuracağı tek yol Peygambere uymaktır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.

Peygamberin hayatı Kur’an olduğu için söylediği ve yaptığı her iş haktır. Bir gün mübarek eliyle ağzına işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin olsun ki buradan hak’tan başka bir şey çıkmaz“.

Birçok maddi ve manevi fitnelerin zuhur ettiği şu çağımızda, sünnetin unutulması ya da ondan yüz çevrilmesi de bu ahir zaman hastalıklarından biri olarak karşımıza çıkmıştır. Peygamberimiz bu durumu bizlere şöyle haber vermektedir:

“Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Ke­rim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltu­ğuna kurulan tok bir adamın ‘Size (Hz. Peygamberin sünneti / hadisleri değil) sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diye­ceği (günler) yakındır…”

Tam da böyle günleri yaşıyoruz. 1400 yıllık Kur’an ve Sünnet eksenli İslamî yaşam kültürüne ‘uydurulmuş din’, ‘gelenek’ ve hatta İslam alimlerine ‘elalem’ gibi yakışıksız ifadeleri kullananlar çoğalmış ve maalesef taraf bulmaya başlamışlardır. Kur’an’ın hiçbir yerinde Peygamberimize ismi ile nida edilmemiş ve ona hitap edilirken Ey Rasul!, Ey Nebî! gibi onu bu yüce vazifeyle irtibatlandıran sıfatlar kullanılmış olmasına rağmen bazı kişilerin efendimizin ismini söylerken başına ‘Hazreti’, sonuna ‘salatu selam’ eklemeyecek kadar cimrileştiklerini görmekteyiz. Oysa ‘Aranızda, birbirinizi çağırdığınız gibi çağırmayın Peygamberi’ ayetini onlarda bilmektedir.

Peygamberimizle ilgili bu sinsi fikirleri ilk ortaya atanlar müsteşriklerdir. Bu kişiler yıllarca İslam’ı araştırmışlar, sonuçta bu dini yıkmanın tek yolunun Peygamberi ve sünnetini itibarsızlaştırma, hadisler hakkında şüphe oluşturma olduğu sonucuna varmışlardır.  Çünkü Peygamber olmayınca Kur’an’ın temel kavramları istenildiği gibi anlamlandırılabilecek, içinde farklı anlamları barındıran müteşabih ayetler keyfi olarak yorumlanabilecektir.

İşte sünnet, Kur’an’ı lafzen tahrif edemeyince onu toplum içinde fitne çıkarmak maksadıyla mana olarak değiştirmeye çalışanların önündeki en sağlam kaledir.

Şunu rahatlıkla söyleyelim peygamberin sünneti devre dışı bırakılınca din diye bir şey kalmaz. Dini ayakta iki şey tutar; Kur’an ve sünnet. Dünya ahiretsiz, ruh bedensiz nasıl ki düşünülemez ve anlaşılamazsa Kuran’da sünnetsiz düşünülemez ve anlaşılamaz.

Örneğin Kur’an’daki ‘salat’ kavramının sözlük anlamı, yalvarıp yakarmak, dua etmektir. Bunu okuyan bu şekilde anlar. Ama tam o anda sünnet devreye girer ve salât’ın kıyam, kıraat, rüku’ ve secdesiyle İslam’ın en önemli ibadetlerinden biri olan namaz olduğunu söyler.

Din, peygamberi tanımakla öğrenilir. Dünyanın dört bir tarafında okunan ezanlar, kametler aynı ise, selam aynı şekilde veriliyorsa, Endonezya’daki bir Müslümanın kıldığı namaz ve tuttuğu oruç, Afrika’da ya da Amerika’da yaşayan bir Müslümanın namazıyla ve orucuyla aynı ise, çeşitli memleketlerden Mekke’ye gelen, dilleri ve renkleri farklı Müslümanlar aynı şekilde tavaf yapıyorsa bunu Peygamberimizin sünnetine borçludur. Sünnet olmadan ümmet olmaz, olamaz.

Hz. Peygamber haşa robot değildir. Peygamberimizin sünneti bu dinin iskeletidir. Din ancak sünnetle kalkıp hareket edebilir, hayat kazanabilir. Kur’an sofrasındaki nimetleri nasıl yiyeceğimizi bize sünnet öğretir. İnsan nasıl bir Müslüman olduğunu öğrenmek istiyorsa kendisini ve yaptıklarını Peygamberimizin yaptıkları ile karşılaştırsın. Tıpkı sınavdan çıkan bir öğrencinin kaç doğru ve yanlışının olduğunu öğrenmek için cevap anahtarına bakması gibi Müslümanda Efendimizin hayatına bakarak Müslümanlığının ölçüsüne baksın.

Peygamberin talebi Allah’ın talebi gibidir. Ona itaat Allah’a itaattir. Tersini düşünelim; Peygambere isyan Allah’a isyandır. “Onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir belâ gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar” ayeti sünneti göz ardı edenlere yönelik ciddi bir uyarıdır.

Büyük Müfessir Mevdudî’nin şu muhteşem tespitleriyle sizleri baş başa bırakıyorum:

Kur’an ve Hz. Peygamber et-tırnak gibi birbirine öylesine bağlıdır ki, bunları birbirinden ayırırsak ne dinin gerçek anlamını kavrayabilir ne de doğru yolu bulabiliriz. Kur’an’ı Allah’ın Rasûlünden ayırdınız mı, bir yere varamazsınız. Kitap, Nebî olmadıktan sonra kürekçisi olmayan bir kayık gibidir. Bu kayıkla acemi yolcular, hayat denizinde ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, gitmek istedikleri yere varamazlar. Kitapsız bir peygamber ise, ışığı olmayan bir kılavuz gibidir. Bu gibi durumlarda insanlar, Allah’a varmak isterken, kendilerine yol gösteren kılavuza tanrı diyerek tapmaya başlarlar. Bunun birçok örneğini geçmiş kavimlerde gördük. Örneğin, Hindu’lar kendi peygamberlerinin hayatlarını unutup sadece kitaplarını kaptılar. Ama bu kitaplar onlar için, içlerinden çıkılmaz bir hale geldi. Ve nihayet kitaplarını da kaybettiler. Hıristiyanlar ise, kitaplarını unutup, Peygamberlerinin peşine takıldılar. O’nun kişiliği çevresinde dönmeye başladılar. Sonuç olarak, Allah’ın Peygamber’ini Allah’ın ışığı ve hatta Allah’ın oğlu yapmaktan kendilerini kurtaramadılar. Eski çağlarda olduğu gibi çağımızda da insan, İslâm nimetine ezelden beri süregelen yine şu iki kaynaktan ulaşabilir: Birincisi, Allah’ın Kelâm’ı (Kur’an-ı Kerim), ikincisi, Sîret-i Nebevî ki artık sadece Hz.Muhammed (s.a.v)’in hayatı ve hadislerinde saklı bulunmaktadır. Her zaman olduğu gibi, bugün de insan İslâm’ın idrakine ancak Kur’an-ı Kerim’i Hz.Muhammed ve Hz. Muhammed’i de Kur’an-ı Kerim vasıtasıyla kavrayarak varabilir. Her ikisini birbirinin yardımıyla anlayabilen kimse, İslâm’ı da anlayabilmiş demektir. Aksi takdirde ne din anlaşılabilir ne de doğru yol bulunabilir.”

Allah hepimize Peygamberimizin örnekliğinde bir İslamî hayat nasip eylesin.

Kim âhiret kazancını isterse onun bu kazancını arttırırız; kim dünya kazancını tercih ederse ona da bundan veririz; ama onun âhirette hiçbir nasibi olmaz.

“Allah’a ve son güne Ahiret gününe iman eden, ya hayır söylesin yahut sussun. Allah’a ve son güne iman eden komşusuna ikram etsin. Allah’a ve son güne iman eden konuğuna ikram eylesin. Allah’a ve son güne iman eden, komşusuna iyilik etsin. Allah’a ve son güne iman eden konuğuna ikram etsin. Allah’a ve son güne iman eden iyi söz söylesin ya da sussun.”

(Sahih-i Müslim)


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x